O gün telefonda kardeşimle konuşuyordum. Babam her zamanki gibi sinirlerimi bozmuştu.
"O adamı Chaon lanetlesin! Hayatımda bu kadar korkak bir orospu çocuğu görmemiştim."
"Sarp, tam olarak ne oldu? Baştan anlatır mısın? Belki ben bir şekilde ikna edebilirim."
"Sorun bir şey olmaması! O adam sorumsuzun teki. Telefonlarımı açmıyor. Önemli bir şey olmasa arar mıydım sence?"
Telefondan, Can'ın iç çekişi geldi.
"Keşke bir şeyleri değiştirebilseydim."
"Bunu sen de Aylin teyze de hep söylüyor, ama sorumlusu sen değilsin, o adam."
Can sordu: "Peki o önemli şey neydi? Ben çaresine bakacağım."
"Reşit olmadığım için Türkiye'ye gelebilmek için babamdan imzalı bir dilekçe almam lazım. Ama telefonlarımı her zamanki gibi açmadığından isteyemiyorum. Anneminkileri de açmıyor. Aylin teyzeye söyleyecekti en son ama..."
"Tamam, ben ileteceğim. Olmadı, annemle ben de konuşurum."
Can'ın ses tonu ve tutumu beni rahatlatıyordu ve yine rahatlatmıştı. Hayatımda gördüğüm en pozitif ve çözüm odaklı yaklaşan insanlar o ve annesi Aylin teyzeydi.
Babam belki hayatımda yoktu ve sorumluluktan kaçarak pislik yapmaya devam ediyordu ama onun gibi bir kardeşe ve ikinci bir anneye sahip olduğum için mutluydum.
Aylin teyze ve babam boşanalı yaklaşık 6 ay oldu ve Can ile birlikte bize yakın bir yere taşındılar. Kısa sürede annemle garip bir dostlukları gelişti. Biri babamın eski sevgilisiydi, diğeri ise eski eşiydi.
Aynı adam tarafından görmezden gelinen, onun gazabına uğrayan iki kadın birbirine tutunmuştu.
...ve tabii ki sohbet konuları sık sık babamı çekiştirmek olurdu. Ardından kahkahayı patlatırlardı.
Can'ı ilk başta sevmezdim. Babam yalnızca onu sever ve onunla ilgilenirdi. Onu aşırı kıskanırdım ve Tanrı Kirelle'e isyan ederdim, neden beni babamın ilgisinden mahrum bıraktı diye.
Annem bekâr bir anneydi, henüz evli değilken bana hamile kalmış. Babam da sorumluluğa hazır olmadığını söyleyip onu terk etmiş. Yaklaşık 2 sene sonra Aylin teyze ile evlenmiş, 1 sene sonra da kardeşim Can dünyaya gelmiş.
Ben yalnızca annemle büyüdüm, annem her zaman dışarıya karşı korkutucu, soğuk ve dimdik durmuştur ama bana karşı hep sıcacık ve sevecendi. Bazen de fazla korumacıydı.
Annem bana her zaman iyi bir çocuk olmamı ve kızları asla üzmememi söyledi. Beni sorumluluk sahibi biri olarak yetiştirdi, hayatım boyunca sorumluluk alan biri oldum. Derslere sıkı sıkı çalıştım, anneme ev işlerinde yardım ettim ve gerektiğinde hatalarımı kabul ettim.
Erken olgunlaştım, mecburen. Şımartılmadım, annemin sınırsız sevgisi dışında. Ama baba eksikliği hep içimde kaldı. Yıllar sonra artık bunu söylüyor ve inkâr etmiyorum.
Bir gün annem beni Türkiye'ye kardeşimin doğumu için götürmüş ama çok küçük olduğum için hatırlamıyorum. O zamanlar 2 yaşındaydım. Ama birkaç yıl sonra, ben 5 yaşındayken onunla tekrar görüştüğüm zamanı hatırlıyorum. Babam ünlü bir otelin genel müdürüydü, ben de o oteldeydim.Annem beni onunla görüştürmek için bir adım atmıştı, lobide bekliyorduk.
Birden babam kucağında Can'ı tutarken, Aylin teyzeyle birlikte aşağıya indi. Annem, babamın geldiğini söyledi ve onun baktığı tarafa doğru baktım. Tam o anda gördüm; Babamın Can'a nasıl sarıldığını, kucağında zıplattığını ve mutlu olduğunu. O da beni gördü, annemle birlikte. Donakaldı, ardından Can'ı annesine teslim etti. Onlar gittiler, babam bize doğru yöneldi.
Yüzünde oldukça hoşnutsuz ve rahatsız olmuş bir ifade vardı.
"Luceat, çocuğu niye getirdin?"
Annem derin bir iç çekti, sinirli gözüküyordu ama sakin kalmaya çalışıyordu.
"Telefonda buluşmayı kabul edince biraz olsun akıllandın sanmıştım. Çocuğunun sana ihtiyacı var. Gör, biraz vakit geçirin diye getirdim."
Babam daha da sinirlendi.
"Çocuğu getireceğini söylememiştin ama."
"O çocuğun bir adı var, Sarp. Sen o ismi severdin, unuttun mu?"
"Bak, ben bu buluşmayı ikinizle de görüşmek istediğimden kabul etmedim. Israrcı telefonların beni sinir ediyor. Bunu yüzüne söylersem belki anlarsın diye kabul ettim. Gördüğün gibi mutlu bir ailem, beni çok seven bir eşim ve dünyalar tatlısı bir çocuğum var."
"Sarp da senin çocuğun! Seninle görüşmeye ben de bayılmıyorum, yalnızca çocuğun babasısın sonuçta ve-"
O sırada annem bana baktı. Benim için üzülüyor gibi bir hali vardı, bir şeylerden pişman olmuştu sanki.
"Ah… çocuğun yanında tartıştığımıza inanamıyorum! Aylin nerede?"
"Karıma kendi çocuğunu emanet edeceğini söyleme bana! O kadının öyle bir yükümlülüğü yok. Konuşma bitti. Sizi görmek istemiyorum."
Babam yüzüme bile bakmadan arkasını dönüp gitti. Annem bağırıyordu:
"Emir, konuşmamız bitmedi daha! Kabul et ya da etme, bu çocuk senin! Babalık görevini yerine getirmen lazım. Emir, dedim!"
Birden babamı lobideki kişilerle konuşurken gördüm. Birkaç saniye sonrasında da güvenlik geldi.
"Hanımefendi, sizi dışarı çıkarmak zorundayız. Lütfen zorluk çıkarmayın."
Güvenliklerden biri beni dışarı götürmek istercesine kolumu tuttu. Kolumu tutmasıyla ağlamaya başladım. Annem sinirlendi.
"Çocuğuma dokunma! Bırakın, biz gideriz. Gel, Sarp."
Annem bana elini uzattı ve birlikte çıkışa gittik. Otelden çıkar çıkmaz bana sımsıkı sarıldı.
"Sarp, özür dilerim, çok özür dilerim, çok özür dilerim! Sana bunları yaşattığım için kendimi asla affetmeyeceğim. Lütfen ağlama, bebeğim. Her şey yoluna girecek, ben buradayım."
Annemin yumuşak sesi beni rahatlatsa da artık daha çok ağlıyordum. O günden beri gördüğüm her şey, babamın sözleri bende travma olarak kaldı. Ama tam o sırada bir kadın ve çocuğu geldi. Bu, Aylin teyze ve Can'dı.
Aylin teyze hemen yanımıza koştu.
"Luceat, iyi misiniz? Neler oldu Tanrı aşkına? Kafede oturuyorduk, sesleri duyup geldik. Emir bir şey mi dedi?"
Ardından bana döndü.
"Sarp, yavrum ne oldu sana?"
Eliyle yanağıma dokunacaktı ki geri çekildim.
"Sen kötüsün. Babam sizi seviyor. Siz olmasanız beni severdi. Annemi severdi."
Annem hemen bana sarıldı: "Şşş, Sarp, lütfen, çok ayıp oluyor."
Aylin teyze neyse ki o gün söylediğim çocukça sözleri anlayışla karşılamıştı.
"Sorun yok, Luceat. Ben… ben bir Emir'e bakıp geleceğim. Can'ı şimdilik sana emanet etsem sıkıntı olur mu?"
Annem, Aylin teyzeye döndü ve başını iki yana salladı.
"Hayır, sorun yok. Ben şimdi toparlarım durumu."
Aylin teyze onaylarcasına başını salladı ve koşarak otelin içine girdi.
Ben, annem ve Can baş başa kalmıştık.
Annem benim başımı okşadı: "Canım benim, kızmak sana hiç yakışmıyor. Benim yanımda istediğini söyleyebilirsin ama dışarıda böyle davranmayalım olur mu?"
Annem bana acıyla gülümsüyor, yalvaran bakışlarla bakıyordu.
Sümüğümü çekerek başımı "tamam" dercesine salladım. Ardından annem bize şaşkın şaşkın bakan Can'ın minik sırtını sıvazlayıp bana doğru yaklaştırdı.
"Can, bak, bu senin kardeşin. Annen bahsetmişti, hatırlıyor musun? Adı Sarp. İyi anlaşın, olur mu?"
Can uyumlu bir şekilde kafasını salladı. Çocukken de sessiz ve uyumluydu. Büyük ihtimalle o sırada hayatının şokunu yaşıyordu, ilk defa kardeşini görüyordu ve annelerimiz farklıydı.
Ama o, bana elini uzattı.
Bense, yüzümü ekşiterek, sırf annemi üzmemek için elini tuttum ve hoşnutsuzca salladım.
Can, tombul yanakları ve kocaman kahverengi gözleriyle bana bakıyordu. Gerçekten de çok sevimliydi. Ama ona sinir olmuştum; çünkü o, sahip olmak istediğim her şeye sahipti.
Hemen geri çekildim. Bu duygularla uzun süre yaşadım.
Annemle Aylin teyze daha sonrasında anlaştılar, beni gizli gizli kardeşimle görüştürdüler. Ama ben araya engel koyuyor, sürekli çabalayan Can'ı görmezden geliyordum. Hatta bir gün, ona çok fena bağırdığımı ve aşağıladığımı hatırlıyorum. O gün Can ağlamıştı ve bu yüzden annem bana kızıp ceza vermişti. Sonrasında hep sustum, durumu idare ettim ama asla ona ısınamadım.
Ta ki ortaokul son sınıfta, annesiyle ve halamla birlikte beni ziyaret edene kadar.
Ela halam, babamın aksine beni çok severdi. O da beni sık sık ziyarete gelirdi.
"Sarpişkoooo! Seni çok özledim! Ela halana bir öpücük ver bakayım!"
Beni öpmek için uzandı ama ben suratımı çevirdim. Öpülmekten nefret ederdim.
Halam güldü: "Ahahaha, hiç değişmemişsin. Tamam, ısrar yok."
Annelerimiz de selamlaştı.
"Hoş geldiniz, Aylin."
"Hoş buldum, bizi kabul ettiğin için teşekkürler Luceat."
"Ne demek, lütfen geçin."
Bir süre hepsi oturup konuştular, ardından birlikte yemek yedik. Dünyanın en tuhaf ortamı olabilirdi; annem, üvey annem, halam ve kardeşimle aynı sofrada yemek yiyip sohbet ediyorduk. Ama herkes birbirine karşı çok saygılıydı.
Bazen annemin neler hissettiğini merak ediyordum. Belki de eski sevgilisinin eşiyle ve çocuğuyla aynı masaya oturmak ona çok ağır geliyordu ama çaktırmıyordu. Bütün bunları benim için yapıyorlardı. Aylin teyze de eşinin eski sevgilisi ve ondan olan oğluyla aynı masadaydı sonuçta. Benim ve Can içindi her şey. Babamın yapması gereken şeyi biz yapıyorduk.
Ama o gelişinde Aylin teyze biraz üzgün ve yorgundu. Sebebini bilmiyordum.
"Ben çıkıyorum, size afiyet olsun." deyip sofradan kalktım bir anda.
"Sarp? Daha yeni geldiler, oğlum. Vakit geçirmeyecek misin halan ve kardeşinle?"
Ama ben bir şey demeden, herkesin şaşkın bakışlarını görmezden gelerek yukarı çıktım."
Arkamı döndüğümde yalnızca annemin açıklama yaptığını duydum: "Çok ödev vermişler bugün, onları yapacak herhalde."
Odama çıkıp kapıyı kapattım. Kendimi yatağa attım. Ben ne kadar mesafe koyarsam koyayım, annelerimiz asla vazgeçmiyordu. Herhalde bir gün bir şekilde yakınlaşacağımızı düşünüyorlardı.
"Off… bunaldım artık. Sadece sessizlik istiyorum."
Yanı başımdaki çizim defterine ve kaleme baktım. Canım biraz çizim yapmak istemişti. O zamanlar ileride bir oyun tasarlamanın hayalini kuruyordum. Kendi karakterlerim ve hikayeleri olacaktı.
Yine o karakterlerden birini çizerken kapım çaldı. "Gir!" dedim.
İçeri giren Can'dı.
Bir an şaşırdım. Gelmesini beklemiyordum.
"Bir şey mi oldu?" dedim yavaşça.
Can başka yere bakarak yanıtladı: "Sıkıldım. Konu yine babama geldi ve onu çekiştirmeye başladılar."
İlgilenmiyormuş gibi yaptım ve çizime devam ettim: "Annenle babanın çok mutlu bir evliliği yok muydu?"
"Açıkçası… babam son birkaç aydır tuhaf davranıyor. Annem bu durumdan çok yoruldu."
Şaşırmıştım. Onları o kadar gözümde büyütmüş, ideal aile tablosu olarak kafamda çizmiştim ki, bu ailede sorunlar olacağı aklımın ucundan bile geçmemişti.
"Hımm…" demekle yetindim yalnızca.
Can birden konuyu değiştirmek istedi: "Yaa, boş ver. Seni sorunlarla darlamak istemiyorum."
Hâlâ orada dikilmekteydi. Ona hiç bakmadan söyleyiverdim.
"Kaldın orada. Girmeyecek misin?"
"Aa, gireyim."
Kapıyı kapattı. Bir süre odamı inceledi, bir yandan da ona göz ucuyla bakıyordum.
"Sen de mi X oynuyorsun? Kaçıncı seviyedesin?"
"211."
"Oha, çok ilerlemişsin. Ben henüz 63. seviyedeyim."
Bir anda bana döndü. Ben de ona baktım.
"Ne oldu?"
"Ne çiziyorsun? Bakabilir miyim?"
"Ha, şey… hiçbir şey."
Can ilgilenmiş görünüyordu.
"Benim hiç yeteneğim yok. Resim derslerinde hocam bana güzel çizemediğim için kızıyor."
"Çabalarsan yaparsın. Resmin çabayla alakası var, yetenekle değil."
"Ben zaten resim çizmek istemiyorum ki! Resim severim ama başkası tarafından çizildiğinde. Ben kodlamayla ilgileniyorum."
Birden bu durumla ilgilendim. Ona döndüm: "Kodlama mı yapıyorsun?"
"Yani, daha yeni başladım, annem de bana bu konuda kurslar aldırıyor. Bir gün oyun yapma gibi bir hayalim var da-"
Tam o sırada tüm gururumu, kıskançlığımı ve duvarlarımı bırakıp onunla ilgilenmeye başladım.
"Ben de! Ben de oyun yapmak istiyorum. Hatta o yüzden çizim yapıyorum."
Can belli ki bu tepkiyi beklemiyordu, çok şaşırmıştı ama aynı zamanda ilgilendiğim için çok da mutlu görünüyordu.
"Aaa! Birlikte oyun yapalım mı? Ben biraz daha geliştiğimde bunu deneyelim mi?"
Bu fikir hoşuma gitmişti. İlk defa gülümsedim.
"Olur, yapalım."
O günden itibaren Can ile gittikçe yakınlaştık. Her buluşmamız ve konuşmamız bir gün yapmak istediğimiz oyunla ilgiliydi. Senaryo yazar ve üstünde konuşup oyunu sattığımız günün hayalini kurardık.
Ancak ben, mezun olduktan sonra birden askeri işlere merak saldım. Askeri bir okulda okumak istedim ve orayı kazandım. Açıkçası ben, bir süredir hayalini kurduğumuz bu oyuna karşı artık isteğimi kaybettiğimi ona nasıl söyleyeceğimi düşündüm.
Ama beni hoş karşıladı: "Sorun değil, ikimiz de hayallerimizin peşinden gidelim." dedi yüzünde sıcak bir gülümsemeyle.
Yine de bu oyun vasıtasıyla yakınlaşmıştık ve ondan sonra da hep yakın olduk, birbirimizi destekledik.
Tüm bu anıları düşünmeye dalmışken birden Can'dan telefon geldi.
"Sarp, çok üzgünüm. Babam dilekçeyi vermekte direniyor. İllegal yollara başvuracağız, annem babamın imzasını taklit etmeyi deneyecek. Türkiye'ye tatile birlikte gideceğiz, anlaştık mı?"
Derin bir nefes aldım.
"Boş ver. Sen git. Ben vazgeçtim zaten, hevesim kalmadı."
"Ama Sarp-"
"Ben ciddiyim. Zaten babamla büyük ihtimalle kavga ederim, senin de keyfin kaçar. Sen okulu bitir, tatilin keyfini çıkar."
"Sen öyle diyorsan…"
Sesi oldukça üzgün geliyordu. Onu üzmeyi hiç istememiştim, ama gerçekten de hevesim oldukça kaçmıştı.
Bir süre sonra okullar kapandı, Can tatile gitti. Rika, Nia ve Silas mezun oldular.
Nereden bilebilirdim ki üç hafta sonra kabusun başlayacağını.