Pratik sınavlar için hazırlanan geniş ve açık alan, adeta bir festivale ev sahipliği yapıyordu. Çimenlerle kaplı devasa saha, yüksek taş duvarlarla çevriliydi ve gökyüzüne uzanan büyülü ışık direkleri, gün ışığını yansıtarak mekâna mistik bir hava katıyordu. Öğrenciler, sınavın başlamasını beklerken, gerginlik ve heyecan dolu bakışlarla birbirlerine göz atıyordu. Kimi ellerindeki büyü kitaplarını son kez gözden geçiriyor, kimi ise hafifçe titreyen parmaklarıyla asalarını sıkıca kavramıştı.
Sınav alanının arka tarafında, rüzgârın hafif dokunuşuyla dalgalanan dev pankartlar, akademinin gururunu taşıyordu. İşlemeli altın ipliklerle dokunmuş amblem, güneşin altında parıldarken, dünyanın en seçkin büyücü yetiştirme okulunun prestijini hatırlatıyordu. Tribünler, önemli yetkililerle doluydu: Akademinin kıdemli profesörleri, büyü dünyasının saygın isimleri ve hatta ülkenin en güçlü kahramanlarından bazıları, bu özel günü izlemek için oradaydı.
Aralarında, öğrencileri adeta birer laboratuvar deneyi gibi inceleyen figürler de vardı. Kimi, kaşlarını çatarak genç büyücü adaylarının potansiyelini ölçüyor, kimi ise not defterlerine aceleyle notlar alıyordu.
Kalabalığın arasından süzülerek öne çıkan orta yaşlı bir adam, öğrencilere doğru yaklaştı. Gözleri, şahin gibi keskin ve analitikti. Kırışıklıklarla dolu alnı, yılların getirdiği deneyimi ele veriyordu. Önünde sıralanmış öğrencilere şöyle bir baktı, ancak bakışlarındaki kayıtsızlık, onları basit birer böcek gibi gördüğünü hissettiriyordu.
Tam o sırada, yanına zarif adımlarla yaklaşan beyaz saçlı bir kadın, dikkatini dağıttı.
"Uzun zaman oldu, Alfia."
Adam, göz ucuyla yanına oturan genç kadını süzdü. Kadının beyaz saçları, hafif bir rüzgârla dans ediyor, adeta gümüş bir şelale gibi omuzlarına dökülüyordu. Başını hafifçe eğerek selam verdi ve sarı renkteki gözleri, uhrevi bir parıltıyla ışıldadı.
"Müdür Herald. Sizi burada görmeyi beklemiyordum."
"Bu tür sıradan işlere katılmak pek tarzım değildir," diye cevapladı yaşlı büyücü, sesi derin ve ciddiydi. "Ancak bu senenin katılımcıları... bizzat ilgimi çekti."
Alfia hafifçe gülümsedi. "Ah, evet. Bu sene oldukça güçlü çocuklar var. Birkaç tanesiyle tanışma fırsatım oldu. Sofia Lyons ve Arnold Turner... hangi klanlardan geldiklerini zaten biliyorsunuzdur."
Parmak ucuyla kalabalığın içindeki iki öğrenciyi işaret etti. Ancak Müdür Herald'ın onların kim olduğunu anlamak için işaretine ihtiyacı yoktu. Manaya olan duyarlılığı, sıradan bir büyücünün çok ötesindeydi.
"Evet. Hector'un kızı Sofia'yı tanıyorum," dedi Herald, dudaklarında ince bir tebessümle. "Hector hâlâ Mana Tohumu'nda olduğundan gelememişe benziyor. Diğeri de... Minerva Turner'ın oğlu mu?"
"Evet, efendim."
"Anlıyorum. Bu çocuklar gerçekten ilgi çekici... ancak buraya sadece onlar için gelmedim."
Alfia, merakla kaşlarını kaldırdı ve Müdür'ün baktığı yöne çevirdi gözlerini.
Tribünlerin biraz uzağında, tek başına oturan bir kız dikkat çekiyordu. Parlak kırmızı saçları, güneşin altında ateş gibi parlıyor, yeşil gözleri ise derin ve bilinmez bir ifadeyle etrafı tarıyordu. Diğer öğrencilerle kaynaşmak yerine, kendi dünyasında gibiydi. Sanki mananın kendisi, onun etrafında dans ediyor, ona özel bir koruma kalkanı örüyordu.
Alfia, içinden "Gerçekten büyüleyici bir manzara..." diye geçirdi. Ancak böyle birinin katılımcılar listesinde olduğunu hatırlamıyordu.
"Selam. Nasıl gidiyor?"
Neşeli bir kahkaha, Alfia'nın derin düşüncelerini anında dağıttı. Ses, sanki güneşin bulutları yırtışı gibi, ağır atmosferi ikiye böldü.
Koyu lacivert cübbesiyle, yakındaki kuleden inen siyah saçlı bir kadın belirdi. Her adımında, cübbesinin kumaşı rüzgârla dans ediyor, arkasında dalgalanan bir gölge gibi iz bırakıyordu. Keskin bakışları, çevreyi tararken neredeyse fiziksel bir ağırlık yaratıyordu. Mor gözleri – derin ve büyüleyici, tıpkı gece vakti parlayan iki ametist gibi – Herald'a dikildi.
"Aman Tanrım, Herald! Uzun zaman oldu!" diye seslendi, dudaklarında muzip bir gülümsemeyle. "Akademide işler nasıl? Hâlâ öğrencileri o korkunç bakışlarınla mı sindiriyorsun?"
Herald, kaşlarını hafifçe kaldırarak ona baktı. "Ah, Pheniyet. Seni burada görmeyi beklemiyordum. Bu kadar zamandan sonra... özellikle."
Pheniyet, parlak bir gülümsemeyle ona yaklaştı. Uzun yeşil cübbesini şakacı bir tavırla çekiştirdi – sanki Herald'ın ciddiyetini bozmak için bilerek yapıyordu. Kendinden emin duruşu, güçlü ve çekici bir hava yayıyordu.
"Ne o, arkadaşını gördüğün için pek mutlu değil gibisin,"diye alaycı bir tonla ekledi. "Her zaman böyleydin zaten. Hiç değişmediğini görmek... güzel."
Herald, gözlerini kısarak ona baktı. "Aynı şekilde, Pheniyet. Peki, Konsey neden seni görevlendirdi? Ben başka birinin geleceğini düşünmüştüm."
Pheniyet, omuzlarını hafifçe silkti. "Ah, evet, öyle bir plan vardı. Ancak son anda... belli biri yüzünden sınavın formatını değiştirme kararı aldık."
Herald'ın gözleri sertçe devrildi. Yüz ifadesi, "Yine mi?" der gibiydi. Konuyu değiştirmek için sandalyesine geri yaslandı ve derin bir nefes aldı.
"Sadece... elimizdeki sınavı tamamlamaya odaklanalım."
"Hadi ama, bu benim suçum değil!"
Pheniyet, Herald'ın rahatsızlığına kıkırdadı, sesi hafifçe yankılanırken parlak mor gözleriyle arenaya odaklandı. Elini zarif bir hareketle sallayarak, "Üzülme, her zamanki gibi eğlence yine bizimle olacak," diye ekledi.
Yanındaki koltuğa yerleşirken, omuzlarındaki lüks kürkü düzeltti. Kumaşın ipeksi dokusu parmaklarının altında kayarken, Herald'a yandan bakış attı. "Peki, Konsey en son ne karar verdi? Test nasıl olacak?" diye sordu Herald, kaşlarını çatarak.
Pheniyet, hafifçe başını eğdi, şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Gerçekten bilmiyor musun?"
Herald'ın gözleri şaşkınlıkla ona kaydı. "Bu saçma testin ne hakkında olduğunu neden bileyim? Bana işe yarar hiçbir şey söylemiyorlar!" diye homurdandı, avuçlarını sandalyenin kollarına bastırarak. "Ben sadece izlemek için buradayım, tıpkı herkes gibi. Lanet olsun, bir akademinin müdürü olmanın ne farkı var ki? Gidip büyük klanlardan birinde işe başlamalıydım!"
Pheniyet, eğlenceli bir gülümsemeyle ellerini çırptı. "Bu yıl, her zamanki yöntemi kullanıyoruz. Bir 'battle royale' sistemi! Öğrencileri büyüyle yarattığımız bir ortama bırakıyoruz ve sıralamaya girenler kazanmış sayılıyor."
Alfia, birden araya girdi, gözleri genişlemişti. "Yani 500 kişiden yalnızca 100 öğrenci mi girebilecek?"
"Evet, öyle diyebilirsiniz, Bayan Alfia," diye yanıtladı Pheniyet, başını hafifçe sallayarak. "Ayrıca, sona kalan 100 kişi arasındaki sıralama için bizim de kanaat notlarımız olacak."
Herald bıkkın bir sesle mırıldandı: "Desene, adam kayırma yine var."
Tabii ki vardı. Büyük klanların temsilcilerine yüksek puan verilmezse, Konsey zor duruma düşerdi. Konsey zor duruma düşerse, akademi de sallanırdı. Zaten akademi, büyük klan liderlerinin gözetiminde zar zor kurulmuş bir denge üzerinde duruyordu. Tek bir yanlış hamle, her şeyi yerle bir edebilirdi.
"Neyse ne, beni ilgilendirmiyor,"diye söylendi Herald, gözlerini devirerek. "Ben sadece burada yeteneğim yüzünden bulunuyorum. Usta büyücü olarak alan açmam gerekiyor."
Alfia, şaşkınlıkla ona baktı. Bir alan açmak için usta büyücü olmak gerekirdi. Bu, Alfia'nın bile tam olarak başaramadığı bir şeydi—aşırı derecede karmaşık bir mana manipülasyonu gerektiriyordu. Gizlemeye çalışsa da, içinde bir merak uyanmıştı: Nasıl yapacaktı ki?
Sonra gözleri, arenanın kenarında tek başına duran siyah saçlı çocuğa takıldı. Yüzündeki ifade endişeyle değişti. Dudakları hafifçe kıpırdadı:
"Umarım başarırsın, Kaelen..."