POV: Marin
Yaz oldukça sıkıcı geçiyordu, ama sonunda arkadaş grubumla bir program yapmaya karar vermiştik: lunaparka gidiyorduk!
Lunaparka gitmeden önce sabah içimden dua etmek geldi, bu yüzden tapınağı ziyaret ettim.
Kuzenim Celeste orada vestra olarak çalışıyordu. Vestralar sıklıkla Tanrılara ibadet eder, tapınağın temizliğinden sorumlu olup dini etkinlikler düzenlemekle görevlilerdi.
Annesi, yani halam Valeria ise bir Vereth, yani tapınağın yöneticisiydi.
İkisi de kutsal bilimlerden mezun olmuşlardı, biraz da muhafazakarlardı.
Bu anlaşılırdı, sonuçta tüm günleri bir tapınakta tanrılara ibadet etmekle geçiyordu.
Tapınağa girdiğimde tanrıların heykellerinin olduğu bir odada dua ettim, Litharius'tan sağlık, Kirelle'den mutluluk diledim. Mortana'dan ise annem ve büyük ebeveynlerim için huzur diledim.
Odadan çıktığımda büyük salondaki boş vitrinle karşı karşıya geldim. Kristal artık yoktu. Bu beni biraz üzdü çünk kristalin orada olduğu zamanları hatırlıyordum. Pencerelerden ışık vurduğunda siyah kristal nasıl berrak bir maviye dönüşürdü!
O sırada koridordan bir ses geldi: "İbadetiniz bittiyse bu taraftan buyurun lütfen."
Sesinden Celeste'in sesi olduğunu anlamıştım. Ona doğru döndüm: "Celeste!"
Beni görünce şaşırdı: "Marin!?"
Gülerek ona sarıldım, o da bana sarıldı.
"Seni görmeyi beklemiyordum. Uzun zamandır gelmedin. Gerçi, hastaydın değil mi?"
"Evet."
"Şimdi nasılsın? İlk duyduğumda çok endişelenmiştim."
"Daha iyiyim, arada kas ağrım oluyor, onun için ilaç alıyorum."
"Anladım. Seni hastanede ziyaret ettiğimde bir tılsım getirmiştim, onu tutuyorsun, değil mi?"
Celeste hastanede beni ziyaret etmişti ve bana üstünde mavi taşı olan bir tılsım vermişti. Onu bileğime bağlamıştım ve bileklik olarak kullanıyordum. Ona bileğimi gösterdim
"Ah, süper. O taşa dualar okumuştum, sağlıklı olman için."
"Evet, söylemiştin."
Bir sessizlik oldu, ardından Celeste konuştu: "Dışarı çıkalım mı? Oradaki çardaklardan birine oturalım."
"Olur." dedim ve dışarı çıkıp çardaklardan birine oturduk.
Bir süre etrafımıza bakındık, sonra konuşmaya başladık:
"Havalar aşırı sıcak."
"Değil mi? Ben de çok bunalıyorum."
"Tapınaklarda soğutma sisteminin olması iyi. İbadet ettiğim oda gayet serindi."
"İbadet için en iyi koşulları ayarlamaya çalışıyoruz. Sıcak bir ortamda ibadet etmek zorlaşır."
"Haklısın."
Yine sessizlik oldu, en sonunda dayanamayıp konuya girdim:
"Kristali göremedim, bir garip hissettim."
Celeste derin bir iç çekti: "Böyle olmasını hiç istemezdim. Keşke kristali canım pahasına koruyabilseydim."
"Öyle düşünme, senin canın da en az kristal kadar kıymetli."
"Marin, ben bir vestrayım. Benim hayatım bu. Gerekirse canımı veririm."
"Duygularını anlıyorum ama yine de Mortana'nın seni çabuk yanına almasını istemiyorum."
Celeste gülümsedi: "Buna ancak o karar verir."
"Doğru."
Celeste o günlere dalmış gibiydi, kristalin çalındığı zamana...
"Sakıncası yoksa o günü biraz anlatır mısın? Tam olarak nasıl kaçırdılar kristali?"
"Lichteryalılar baskın yaptılar. Her yeri kırıp döktüler. Hatta sana bir sır vereceğim, bu basına yansıtılmadı ama..."
Merakla Celeste'e baktım.
"...kristale çıplak elle dokunan Lichteryalılar oracıkta öldüler."
"Ne!?"
Demek ki kristal gerçekten lanetliydi. Annem haklıydı. Ama daha önce ona dokunmaya çalışıp ölen başka kişilerin olduğunu bilmiyordum.
"O zaman nasıl çaldılar? Eldiven mi giydiler?"
Celeste başını salladı.
"Eldiven giyenlerden biri kaçırdı. Yani bu kristale direkt temas edersen seni öldürebilecek güce sahip."
"Sen bu konuda ne düşünüyorsun?" diye sordum.
"Bilmiyorum Marin ama sanırım kristalde bir sorun var. Ondan hiç iyi bir enerji hissetmiyorum."
"Bunu nasıl anlıyorsun? Sezgisel mi yoksa-"
"Hayır, hayır. Kristal klanından olan herkes kristallerin enerjilerini hissedebilir."
Kristal klanı mı? Celeste daha önce hiç böyle bir şeyden bahsetmemişti.
"Kristal klanı mı?"
"Glaivere klanı daha doğrusu. Hani hem anne hem baba tarafım oradan geliyor ya..."
"Bekle, bekle! Sen kristal klanından mısın?"
Celeste şaşırdı: "Bilmiyor muydun? Baba tarafın kristal klanından. Hiç mi bahsetmedi sana?"
Ardından elleriyle ağzını kapadı: "Yoksa bahsetmemem gereken bir şeyden mi bahsettim. Yüce Tanrılar, affedin!"
"Hayır, hayır, öyle değil! Bu konudan ilk kez bahsediyorsun, babam ise hiç bahsetmedi. Bu çok tuhaf."
"Gerçekten tuhaf. Melez olduğunuz için mi bahsetmedi acaba?"
"Melez mi? Celeste, konuyu biraz daha açar mısın?"
"Baban bahsetmediyse bir bildiği vardır. Benim bahsetmem ne kadar doğru-"
"Celeste, lütfen! Babamın bir şeyler saklamasından çok sıkıldım ve onda bir şeyler var, sana daha önce bahsetmiştim."
"Evet, dayım depresyondaydı." diye mırıldandı.
"Aramızda kalsın, ama abilerimle babamın durumunu çözmeye çalışıyoruz. Bu yüzden vereceğin her türlü bilgi çok önemli, lütfen!"
Celeste iç çekti, ardından ikna olmuşçasına anlatmaya başladı:
"Anneannem, yani senin babaannen Glaivere klanından geliyor. Bu klandaki herkes çeşitli kristal güçlerine sahip. Bazıları kristali vücudundan üretebilirken bazıları depolayabiliyor."
"Depolayabiliyor mu?"
"Evet. Sonra istediği gibi vücudundan tekrar çıkartabiliyor. Tabii, ne işe yaradığı bilinmez."
Bir şeyler kafamda oturmaya başlamıştı.
"Nenemizi tanıma fırsatımız olmadı, biliyorsun. Genç yaşta vefat etmiş. Ama onun böyle bir gücü varmış."
"Peki, babamın melez olduğundan bahsettin. O nasıl oluyor?"
"Dedemiz herhangi bir klandan değildi. Eğer o da Glaivere klanından olsaydı sen ve abilerinin de kristal güçleri olurdu. Ama benim babam da aynı klandan geliyor ve safkan, bu yüzden ben kristal güçlerine sahibim."
"Bana niye daha önce ailenin kristal klanından geldiğinden bahsetmedin?"
"Böyle bir şeyi anlatmaya gerek duymadım. Dediğim gibi, senin zaten bildiğini sanıyordum."
"Her şey çok tuhaf! Babamın yarı yarıya da olsa kristal klanından olması..."
Duyduklarım karşısında şok olmuştum. Bunu yıllar sonra duymak mı yoksa kafamda canlanan ihtimaller mi beni kötü hissettirmişti?
Bir klana ait safkan birey partneri kim olursa olsun kendisiyle aynı güce sahip bir çocuğa sahip olurdu. Ama aynı çocuk melez olduğunda ve aynı klandan biriyle birlikte olmadığında onun çocuğunun bu gücü alacağının garantisi olmazdı. Celeste bunu demek istiyordu.
Bunu biliyordum, ama bunu yaşayacağımı düşünmemiştim.
"Marin, yaşadığın şoku anlıyorum. Bu konuyu pat diye açtığım için üzgünüm."
"Hayır, ben anlatman için ısrar ettim zaten. Bana bunları anlattığın için teşekkür ederim. İnan bana çok işe yarayacaklar."
"Ne demek, her zaman. Dayımın iyi olması benim için de önemli. Umarım aileniz tekrardan bir araya gelir, böylece yengemin ruhu rahat edecektir."
Buruk bir şekilde gülümsedim.
"Umarım."
***
Eve geri geldiğimde Martin ve Max salondaki masaya oturmuş, bir şeyler yazıyorlardı. Sessizce bir şeyler mırıldanıyorlardı, ama anlamıyordum.
Siz ne yapıyorsunuz?" dedim pat diye gelerek yanlarına.
Max yanıtladı: "Babamın kasasının şifresini çözmeye çalışıyoruz. Bir fikrin varsa söyle."
"Babam nerede?" diye sordum.
"Yine yürüyüşe çıktı. Ne anlıyor bu yürüyüşlerden bilmiyorum." dedi Martin.
"Bırak yürüyüşe çıksın, en azından o biraz iyi geliyordur ona." dedim.
"Ee, yardım etmeyecek misin?" diye sordu Martin.
"Maalesef, çünkü bir saate arkadaşlarımla buluşacağım. Ama bir fikrim var. Ayrıca sonrasında size anlatacaklarım da var."
İkisi pür dikkat bana baktılar. Ne söyleyeceğimi bekliyorlardı.
"Kristal klanıyla ilgili önemli tarihleri de yazın. Hatta hangi yıl kurulduğunu bulun, onu da deneyin."
"Kristal klanı mı? Ne alakası var?" dedi Max.
"Abi, anlatacağım, ama şu an çok acelem var. Rahat rahat konuşmamız gereken bir konu bu." dedim ve onları öylece bırakıp hızla merdivenlerden çıktım. Arkamda şu sesleri belirli belirsiz duydum:
"Ne anlatacak acaba?"
"O değil de kiminle buluşacak?"
"Sence önemli olan bu mu Martin?"
***
Lunaparka geldiğimde girişte Mina'yı bubble tea içerken gördüm. Biraz daha ilerlediğimde yanında duran Can'ı da gördüm.
"Can!?" dedim şaşkın bir şekilde.
Onun Türkiye'ye döndüğünü sanıyordum.
Can bana bakarak gülümsedi: "Sürpriz!"
"Ama sen dönmeyecek miydin? Yeniden mi geldin?"
"Hey, ben de buradayım. İlk başta merhaba de!" dedi Mina homurdanarak.
"Ah, pardon, şaşkınlıktan neye tepki vereceğimi bilemedim. Merhaba." dedim ve Mina'ya sarıldım.
"Hey, dikkat et, bubble çayım dökülecek."
İkimiz de gülüştük. Geri çekildiğimde Can'a geri döndüm.
"Can, nasıl oldu bu?"
"Yine ziyarete geldim. Sarp, annesi ve ben burada ev bakıyoruz. Kaydımı Belmare'a aldıracağım." dedi.
"Ülkeye bir düşman daha girdi." dedi Mina göz devirerek.
"Sana anlatmış mıydı?"
"Evet, Sarp ile anlattılar."
"Ee, Sarp nerede?"
"Tuvalete kadar gitti, gelir şimdi."
"Geldim bile." dedi arkamdan bir ses. Döndüğümde Sarp ile göz göze geldim.
"Sarp… merhaba."
Sarp gülümsedi: "Merhaba. Nasılsın?"
"İyiyim, sen?"
"Ben de."
Ardından Mina konuştu: "Eee, bir tek Dora kaldı o zaman."
"Birimiz arasak mı?" dedi Can.
"Ben ararım." dedi Mina ve Dora'ya telefon etti.
"Alo? Dora, neredesin? Hepimiz geldik, seni bekliyoruz. Ne trafiği? Offf, aman be!"
Mina, Dora ile konuşmaya devam etti. O sırada ben de Can ve Sarp ile sohbet ettim.
"Buraya yerleşme kararı mı aldınız?"
"Evet. Ev bakıyoruz. Annem de geldi." dedi Sarp.
"Peki aklınıza yatan oldu mu hiç evlerin arasında?"
"Bir iki tanesini beğendik, fiyatı da uygundu. Karar verme aşamasındayız." dedi Can.
"Sizin için hayırlısı olsun." demiştim ki Mina birden bağırdı:
"DİYORUM Kİ KÖPRÜYÜ GEÇ ÖYLE KONUŞALIM, SESİN KESİK KESİK GELİYOR."
Hepimiz bir irkildik, ama gülmeye başladık.
"Sen de bubble tea ister misin Marin? Ben ısmarlıyorum." dedi Sarp.
"Olur, siz hepiniz içtiniz mi?"
"Ben seni bekledim." dedi boş bulunup Sarp, sonra hafiften kızarıp kekeledi:
"Yani, Dora'yla sen gelince içerim diye şey…"
Kıkırdadım.
"O zaman neden Dora'yı beklemiyorsun?"
"Ya benim şey… canım çekti."
İyice kızarmıştı, artık daha fazla dalga geçmek istemedim.
"Tamam, tamam. Ben de gelebilir miyim seninle?" dedim.
"Tabii." dedi Sarp ve bubble tea satan yere doğru ilerledik.
Bir süre sessizce yürüdük, sonra Sarp konuştu:
"Ağrın oluyor mu hala?"
"Evet, ilaç almaya devam ediyorum. Ama merak etme, eskisi kadar yoğun değiller."
"Anladım."
Bubble tea standına varana kadar yürüdük, ardından satıcı bizi selamladı.
"Hoş geldiniz, nasıl yardımcı olabilirim?"
"Ne önerirsiniz?"
"Karamelli ve çikolatalıyı tavsiye ederim ama mangolu portakallı olan da çok seviliyor."
"Hımm." dedi Sarp.
"Ayrıca çiftlere özel ikinci içecek yarı fiyatına geliyor."
Sarp öksürmeye başladı: "Öhö, öhö, ne?"
"Sevgilisiniz ya hani…"
Bu adam sevgili olduğumuz kanısına ne çabuk varmıştı. Ama bozmaya niyetim yoktu. Böylece daha ucuz alabilirdik.
"Hah, evet, öyleyiz." dedim parmaklarımı Sarp'ınkilere geçirerek. Ardından Sarp bana şaşkınlıkla baktı, ama o da olayı anladı ve bozmadı. Gülümseyerek "Evet, biz en iyisi karar verelim. Aşkım, hangisinden istiyorsun?"
Aşkım dediği anda yüreğim yerinden fırlayacak gibi oldu.
"Şey… beyefendinin önerdiklerini deneyelim mi?" diye sordum, yüzüm kıpkırmızı olmuş bir halde. Oyun oynuyorduk, ama ikimiz de birbirimizle dalga geçiyorduk aslında.
"Olur canım."
Canım mı?
"Öhöm, tamam, bir karamelli çikolatalı bir de mangolu portakallı alalım." dedim ve beklemeye başladık.
Birden çok yakın olduğumuzu fark ettim, neredeyse sarılacaktık. Bir adım geri çekilecektim ki Sarp beni tuttu, yanına çekti ve kulağıma fısıldadı: "Madem oyun oynamak istedin, bunu bozma."
Ahh, gerçekten avlanmış gibi hissediyordum. Benimle resmen dalga geçiyordu.
Başka çarem yoktu, bu ana kadar onunla dalga geçtiğim için bunu hak etmiştim. Katlanmak zorundaydım.
Ama nedense kollarında olmak… beni huzurlu hissettiriyordu.
Yoksa gerçekten de bu çocuğa olan duygularım gelişiyor muydu?
Kendi kendime gülümsedim, o anda Sarp'ın beni izlediğini fark ettim. Ona baktım, ama tam o anda içeceklerimiz geldiğinden Sarp beni bırakıp içecekleri ödemeye gitti.
Geçirdiğim birkaç saniye rüya gibi hissettirmişti, daha uzun sürmesini isterdim.
İçecekleri aldıktan sonra Can ve Mina'nın yanına geri döndük. Geldiğimizde Dora da yanlarındaydı.
"Ah, Dora, gelmişsin." dedim ve ikimiz de birbirimize sarıldık.
"Kusura bakmayın, trafik çoktu."
"Öyle ki kornalardan sesini duyamıyordum." dedi Mina söylenerek.
"Neyse arkadaşlar, artık içeri girelim mi?" diye sordu Can.
"Olur." dedik ve hepimiz içeri girdik.
İlk başta çarpışan arabalara bindik, ardından roller coastera, dönmedolaba ve birçok alete daha bindik. En son hava karardığında atış yapmaya karar vererek günü sonlandırmak istedik.
"Dora bu konuda çok iyidir. Hadi, kap bir oyuncak ayı!" dedi Mina.
Hepimiz atış yaptık ama çoğumuz tutturamadı, içimizde bir tek Sarp ve Dora tutturdu. Böylece iki tane oyuncağımız oldu. Dora havuç yiyen pembe bir tavşan seçti, Sarp ise sarı bir kedi seçti.
Çıkışta çok mutluydum: "Bugün çok eğlenceliydi! Hepinize teşekkür ederim arkadaşlar."
"Evet, çok eğlenceliydi." dedi Dora.
"Bunu tekrarlayalım." dedi Mina.
"Ee, dondurma isteyen var mı?" diye sordu Can.
"Ben!" dedi Mina ve Dora ile birlikte.
"Sarp, Marin siz?"
"Benim canım istemiyor. Siz yiyin." dedim.
"Ben dondurmayı pek sevmem." dedi Sarp.
"Aaaa, niye?" dedi Mina.
"Soğuk şeyleri pek sevmiyorum."
"E bubble tea de soğuktu." dedi Dora.
"Dondurma kadar değil."
"Siz kardeşime bakmayın, biraz tuhaftır." dedi Can gülerek. "Ben ısmarlıyorum."
"Ama bugün hep erkekler ısmarladı, nerede eşitlik?" diye yakındı Mina.
"Bir sonraki buluşmamızda siz bir şeyler ısmarlarsınız." dedi Sarp.
"O zaman anlaştık." dedi Mina, ardından Can ve Dora ile dondurma almaya gittiler. Sarp ile onları beklemeye başladık.
Bir süre sessizlik oldu, sonra Sarp konuştu:
"Marin, normalde bu konuyu açmak istemiyordum ama sana söylemek istediklerim var."
"Hangi konuyu?" diye sordum.
"Bu kaza meselesi... Vurulduğun gün gerçekten endişelendim. Ben dostlarımı yıllar önce Lichterya'da olan bombalı saldırıda kaybettim. Tekrardan birini kaybedeceğim diye... çok korktum."
"Sarp, ben... çok üzgünüm. Başın sağ olsun."
"Teşekkür ederim."
Ardından bana döndü.
"Yıllar sonra yeniden bir arkadaş grubum oldu. Bu yüzden mutluyum. Ama sen benim için farklısın. Açıkçası daha değerlisin. Bu yüzden, sakın öleyim deme."
Önüme düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına koydu.
O bunları söylerken kalbim güm güm atıyordu. Bu bir çeşit aşk itirafıydı, ama nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum. Bu yüzden yanaklarım kızarmış bir şekilde olduğum yerde kalakaldım.
Bir şeyler söylemeye çalıştım, ama beceremedim.
"Sarp... ben... yani şey... sen de değerlisin..."
"Bir şey söylemek zorunda değilsin, sadece bilmeni istedim." dedi.
"Hayır, ondan değil... Ben sadece... Doğru mu anladım, ondan emin olamadım."
Sarp gözlerimin içine baktı.
"Doğru anladın. Senden hoşlanıyorum Marin."