Cherreads

Chapter 30 - -30-

Martin alkol tedavisi almaya başlamıştı. Üst düzey alkol bağımlılığı olmasa da hafif bir tedavi geçirmesi gerekiyordu. Hem psikoterapi görüyor hem de bazı alkolü bıraktıran ilaçlar kullanıyordu.

Biz de Max abim ile onu tedavi merkezinin yakınlarındaki bir kafede beklerdik.

Yine böyle bir gün kafede Max'le birlikte oturuyorduk. 

"Off, ameliyat olduğum için derslere katılamamıştım. Neredeyse tüm finallerden kalmışım. Üstelik son hafta hazırladığım maket de zar zor geçer not almış."

"Yaz okuluna kalacak mısın?"

"Tabii ki! Gelecek döneme bu kadar dersi bırakmak istemiyorum."

"Duyduğum kadarıyla birçok kişi derslerden kalmış. Festival sırasında çıkan karışıklık yüzünden yaralanan insanlar okula devam edemediler."

"Gerçi iki hafta kadar derslere mola verildi ama yeterli değildi. Off, keşke eski rektör tekrar gelseydi."

"Sen onu daha önce gördün mü ki?" diye sordu Max merakla.

"Ah, iki kez, hatta üç kez gördüm. İlkinde düştüğümde beni yerden kaldırdı, ikincisinde ise sadece yemekhanenin önünden geçerken gördüm. Üçüncü karşılaşmamızda da festivalde bir stand-"

"Ne yani, sürekli karşına çıkıp duruyor mu?" diyerek sözümü kesti.

"Sürekli değil de birkaç kez gördüm işte."

"Sen de tesadüf olduğunu düşündün, öyle mi?"

Bu garip tepkisi karşısında şaşırmıştım.

"Neden olmasın? Eski rektörün işi gücü yok beni mi takip edecek?"

Derin bir nefes aldı.

"Haklısın."

"Abi, bir şey diyeceğim, belki ben çok üzerinde düşünüyorum ama benden sakladığın şeyin eski rektörle bir ilgisi var mı?"

Max'in yüzü ciddileşti.

"Ne alakası var? Senden sakladığım şeye bu kadar takılma, vakti geldiğinde söyleyeceğim."

"Biliyorum abi, pardon."

Yanlış bir şey yaptığım düşüncesiyle dalıp gittim. Max bunu fark etmiş olacak ki dikkatimi dağıtmak için burnuma dokundu.

"Üzülme. Bir gün söyleyeceğim."

Kafamı onaylarcasına salladım.

Tam o sırada Martin geldi.

"Ah... Psikiyatrist o sinir bozucu ilacın dozunu azalttı. Kusma yapıyordu ve iştahımı kesiyordu."

İkimiz de ona döndük. 

Martin gülümsedi.

"İyileşiyorum."

Hemen yerimden kalktım ve ona sarıldım. Geri çekilince Max de kalkıp Martin'in omzuna elini koydu.

"Başaracaksın. Biz yanındayız."

...

İkindi vakti Lina bize gelmişti, akşam da yemeği bizde yiyecekti. Max evde yoktu.

"Marin, artık iyisin değil mi?" diye sordu bana.

"Evet evet, iyiyim. Artık göğsüm acımıyor. Ama iz kalacak gibi."

"Önemli olan sağlıklı olman." dedi Lina.

"Hıhı." 

"Max evde yok mu?" diye sordu Lina.

"Kim bilir nereye gitti, kesin bir kız arkadaşı var ve bizden saklıyor." dedi Martin.

Lina'nın yüzü düştü: "Kız arkadaşı olur mu ki Max'in?"

"Artık olsun ya, 24 yaşında koca adam oldu."

"Belki de senin aksine doğru kişiyi bekliyordur, abiciğim." dedim Martin'i sinir etmek için.

Hedefime de ulaştım.

"Deneyim kazanmadan doğru kişiyi bulmak kumar oynamak gibidir. Max daha kızları tanımıyor bile. Umrunda da olmadı, sadece kariyer yaptı."

"Sen de tam tersi tüm derslerden kalıp durdun, değil mi abiciğim?"

"Benim suçum değil o! Hoca yarım puan vermedi diye kaldım bir tanesinden."

"Peki ya diğerlerinden?"

Martin sessizleşti. Cevabı buradan belli oluyordu.

Lina güldü: "Foyan çıktı Martin. Kızlarla gezmeyi azaltman gerekecek."

"Hayatta olmaz! Doğru kişiyi bulana kadar gezmeye devam edeceğim."

"Hımm, gezgin Martin ciddi ilişki mi istiyor artık?" diye dalga geçti Lina.

İkimiz de Martin'le dalga geçip eğleniyorduk ama daha fazla devam edersek çok fena patlayabilirdi.

Ama Martin şaşırtıcı bir şekilde Lina'nın sorusunu düşünceli bir şekilde yanıtladı: "...belki de."

"Hey, niye öyle depresifleştin birden?" dedi Lina.

"Hiç."

"Tamam tamam, konuyu kapatıyorum." dedim ve ekledim:

"Geçen Luis ile telefonda görüştük."

"Aa, Luis sizin kuzeninizdi değil mi?" diye sordu Lina.

"Evet, değişim programına katılmıştı, Lichterya'da okuyordu. Orada olan olaylardan biraz bahsetti."

"Ee?" dedi Martin.

"Lichteryadaki rektör bir aylığına Belmare'a geliyormuş. Bizim üniversitenin rektörüyle konuşmayı planlıyormuş."

"Bir ay uzun bir süre değil mi?" diye sordu Martin.

"Ben de aynısını sordum ama sanırım başka işleri de varmış. Oğluna Belmare'dan ev alacağı hakkında dedikodular dönüyormuş."

"Bizim fırlama bu kadar bilgiyi nasıl öğrenmiş?" 

"Bilmiyor musun, dedikoduya bayılıyor. Haber bülteni gibi adam o."

Martin gülümsedi: "O aptalı da özledim. O olaylardan sonra gelmeyi düşünmüyor muymuş?"

"Tam tersi, Belmare'dan daha sakin ve eğlenceli bir ortamın olduğunu söyledi, yani bu değişim anlaşması boyunca kalacağını söyledi."

"Hah, neresi sakin? Cinayet olmuş, dayım hiç mi karşı çıkmamış?"

"Dayım esip gürlemiş de bizimkisi pek takmamış. Belmare daha mı güvenli, gibisinden bir soru sorup konuyu kapatmış."

"Hain orospu çocuğu."

"Ben arkasında farklı bir şeyin olduğunu düşünüyorum aslında. Çünkü bir kızdan bahsetti-"

"Yok be, hiçbir kız için orada kalmaz o. Gezip tozup dedikodu yapan gevşeğin teki."

"Her şeyin bir ilki vardır." dedi Lina.

"Buna ancak sevgili bulursan inanırım." dedi Martin, Lina ile dalga geçmek için.

"Asla!" diye bağırdı Lina.

"Hahahaha, bak, demek ki her şeyin ilki yokmuş."

"Aptal Martin, sus!"

"Tamam, sustum."

O sırada Martin'in telefonu çaldı.

"Ben birazdan geliyorum." dedi ve telefonunu alıp giriş kapısından dışarı çıktı.

Martin çıkmadan önce Lina'yla şu cümleleri duyduk:

"Alo? Selena'nın abisi misin? Selena kim?"

Lina derin bir iç çekti: "Bu çocuk ne zaman adam olacak?"

Bense kendimi gülmemek için zor tutuyordum, ama en son dayanamadım.

"Pfft! Flört ettiği kızların ismini hatırlamıyor mu cidden?"

"Ah, bu birçok kez oldu. O kadar çoklar ki, bir kısmının ismi aynıydı hatta."

"Şaka mı? Ben 9 yaşındayken otobüste benimle ilgilenen sarışın abinin ismini bile hatırlıyorum."

"Eh, abi-kardeş farklılıklarınız var tabii, mesela diğerinizin bu tarz meseleler umrunda bile değil."

Max'i kastediyordu.

Daha önce bir şeyleri fark etmiş biri olarak gülümsedim.

"Belki de umrundadır da göstermemeye çalışıyordur."

"Niye böyle bir şey yapsın ki?"

Lina'ya anlamlı bir bakış attım.

"Bilmem, sen bu sorunun yanıtını daha iyi biliyorsun."

Lina'nın kafası karıştı.

"Marin, bir şey mi ima ediyorsun? Ne biliyor olabilirim ki?"

"Kendine itiraf ettiğinde ne demek istediğimi anlayacaksın."

"Marin, kes şunu! Bir şey söyleyeceksen direkt söyle."

Lina'yla uğraşılmazdı. O yüzden konuyu kapattım.

"Çok önemli bir şey değil, saçmaladım ben de."

"Bence de." dedi ama gözleri yerlerde düşünceli bir şekilde gezindi.

Sonrasında Martin geldi.

"Eee, nerede kalmıştık?" 

Lina'ya döndü.

"Sen niye düşüncelisin böyle?"

"Değili-"

Bu sefer Lina'nın telefonu çaldı. 

"Ah, kargom geldi sanırım."

Telefonu açtı.

"Alo?"

Açmasıyla Lina'nın yüzü buz kesmesi bir oldu. Hepimiz ona bakıyorduk ve ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk.

Hiçbir şey demedi. Yalnızca eli titremeye başladı.

Telefondaki kişi bir şeyler daha söylüyordu ama hiçbirini anlamıyorduk. En sonunda Lina konuşmanın ortasında telefonu kapattı.

"Lina, ne oldu, iyi misin?" dedi Martin.

Lina'nın gözlerini patlatmış, elindeki telefonu sıkıyordu.

"Orospu çocuğu!" diye küfretti sadece.

...

POV: Maxim

Alark'ın sığınağındaydım. Yine her zamanki gibi uçuruma yakın yerimde oturmuş, manzarayı seyrediyordum; bir yandan da geçmişte yaptıklarımı düşünüyordum.

Neler yaptığıma ben de inanamıyordum.

"İki dakika içinde kasanın nerede olduğunu söylemezsen gebereceksin. Ellerimde ölmek istemiyorsan çabuk ol."

Adam ona verdiğim zehirle yerde can çekişiyor, bense büyük bir soğukkanlılıkla onun yanıt vermesini bekliyordum.

"B-b-bilm- öhö öhö öhö!"

"Geber o zaman." dedim ve onu arkamda bırakıp gittim. O orada çığlıklar atıp ölürken ne kadar rahattım. Panzehiri sıkı bir şekilde elimde tutuyordum, bunu yapmayı hiç istememiştim. Ama ona panzehiri vermezdim, Alark'tan aldığım emir bu yöndeydi. Sadece yanıt verirse panzehiri vermeliydim, eğer yanlış yanıt verirse diğer çete üyeleri ya ona daha fazla işkence edecekti ya da öldürecekti.

Panzehiri o kadar sıkı tutmuştum ki elimde patlamıştı. Kendi kanımın olduğu şişedeki kan, kırık camların elime batması sonucu oluşan kana karıştı.

Daha ne kadar buna katlanmam gerekiyordu? 

Tek istediğim kristali bulmaktı. Böylece insanları öldürmek zorunda kalmayacak, bu çeteden kurtulacaktım.

Ama kristalin babamda olduğunu düşündükçe işler daha da karmaşık bir hal alıyordu.

Alark'a her şeyi çoktan anlatmıştım. Kardeşlerimle iş birliği yapacağımı da söylemiştim ama bir yandan onları bu işe karıştırmanın doğru olup olmadığını düşünüyordum.

Kafam patlayacak gibiydi. O sırada birinin yavaş adım seslerini duydum.

"Yine burada mısın?" dedi Alark arkamda durarak.

Onun yüzüne bakmadan konuştum:

"Babamın kasa şifresini çözmemiz lazım. Kasayı kaldırabilecek ya da kırabilecek güce sahip biri ekibimizde yok değil mi? Eğer öyle olsaydı işimiz kolay olurdu."

Bir süre sessiz kaldı, sonra konuştu:

"Bunları mı düşünüyordun?"

"Kardeşlerime neden bu işin dışında kalmalarını söylemediğimi de düşünüyorum. Uzun zaman sonra birbirimize daha yakınız. Ama yine de onları riske atmamalıydım."

"Atmayacaksın." dedi Alark kesin bir şekilde. "Şimdilik onlara hiçbir şey söyleme. Yardım etmelerine izin ver, ama tehlikeli kısımları biz halledeceğiz."

"Ne olursa olsun-"

"Babanın ne sakladığını öğrenmek istemeleri çok doğal. Sen tek başına halledeceğini söylediğinde onaylayacaklarını mı sanıyorsun? Büyük ihtimalle kendi başlarına hareket edecekler, bu da her şeyi daha da kötü yapacak. Sana yardım etmelerine izin ver, belki gerçekten senin göremeyeceğin bir noktayı görecekler. Özellikle şifreyi kırma konusunda."

Şöyle bir düşündüm, haklıydı. Martin ve Marin bu işten vazgeçmezlerdi. Benim onları bu işin dışında tutmam onların kendi başlarına hareket etmelerine yol açacaktı.

"Peki. Size şifreyi kırdığımızda haber vereceğim."

Şu an daha fazla yapabileceğimiz bir şey yoktu. Birkaç kişi daha önce babamın eski ofisini incelemeye gitmişti ancak hiçbir ipucu bulamamışlardı.

Alark omzuma vurdu: "İyi iş çıkarıyorsun."

Ardından gitti.

***

POV: Sarp

Anneme telefon etmiştim. O gün iki üniversitede de yaşananlardan sonra Belmare'a gelip durumu düzeltmeyi planlıyordu.

"Bir hafta sonra geliyorsun yani?" 

"Tüm eşyalarım neredeyse hazır. Dediğim gibi, iki haftalığına tüm işleri rektör yardımcısına devredeceğim."

"Anladım."

"Marin nasıl? En son hastaneden eve geçtiğini söylemiştin."

"Hastanede onu ziyaret ettikten sonra bir daha görüşemedik."

"Abilerinin hepsi hastanedeyken evlerine girmeyi denedin mi?"

"Ben... Bunu düşünecek halde değildim. Hem babasının evde olup olmadığını bilmiyordum."

"Sarp, o kızla sakın herhangi bir bağ kurma. Arkadaş olmanı tamamen planını daha kolay uygulaman için istedim."

Ne diyeceğimi bilemedim, sadece sustum. Annem devam etti.

"Ama babası konusunda haklısın. Hastaneye bile gelmediğini söyledin. Bu adamda bir şeyler var. Onu da öğrenmeye çalış."

"Evet, anne. Bunu öğrenmeye çalışacağım."

"Zaman daralıyor. Bir şekilde bu ev tamamen boşken anahtarı alıp içeri sızman gerekiyor. Ben geldiğimde sana yardım edeceğim."

"Tamam."

"Aslında en başta seninle gelmeliydim ama işimi bırakmaya cesaret edemedim." 

"Yok anne, haklısın. İşin öyle kolayca bırakabileceğin bir şey değil. Hem bahane uyduramazdık. Şu an buraya gelmen için güçlü bir sebebin var."

"Doğru söylüyorsun."

Bir sessizlik oldu, sonra annem tekrardan konuştu.

"Sen nasılsın peki?"

"İyiyim."

"Seni çok özledim, oğlum. Seni sık sık arıyorum ama bazen yanıt vermiyorsun."

"Ya derste oluyordum ya da işim vardı, anne. Bundan sonra dikkatli olacağım."

"Hayır, hiç sorun yok. Sadece... senden bu kadar uzakta kalmaya alışkın değilim. Ama sonunda geliyorum, kavuşacağız."

"Evet, haklısın. Ben de seni özledim."

Gerçekten de annemi özlemiştim. Ondan ayrı kalmak zordu. 

Kendi kendime gülümsedim.

***

POV: Tanrısal

Lina, Max ve Sarp'ın kendi çapında sıkıntıları vardı.

Biri hiç istemediği birinden telefon almıştı.

Diğeri bulunduğu çeteden ve yaptığı işlerden rahatsızdı.

Diğeri ise annesinin onaylamadığı kişiye duygu beslediği için çaresizdi.

Martin ve Marin ise şaşkındı, ne yapacaklarını şaşırmışlardı.

Öte yandan oldukça dertli, lacivert saçlı bir kız daha vardı.

Odasının balkonundan dolunayı izliyordu.

Altın sarısı gözlerine ay ışığı vurdukça gözleri daha da parlıyordu.

"Babam dışında kimse beni sevmiyor. Keşke biri daha beni sevse." dedi kendi kendine.

Lacivert saçları hafif rüzgarda dalgalandı ama o bunu umursamadı.

Tek düşündüğü yalnızlığıydı.

1. Sezon Sonu

More Chapters