Ablamın beni dürtmesiyle uyandım. "Abi hemen gelmelisin." dedi. Telefonumu aldım ve sayısız cevapsız aramanın geldiğini görerek hızlıca salona gittiğimde, annem ile babamın uyandığını, kanalların ise son dakika olarak ısırılma vakalarının haberini verdiğini gördüm. Farklı ülkelerden, biri ağır olmak üzere toplamda 15 kişinin yaralandığı söyleniyordu. Neler oluyordu? Telefonuma sarılıp milli savunma bakanını aradığımda daha önce hissetmediğim bir konuşma tarzı karşıladı beni. "Emre telefonları açmıyorsun, bu ne kepazelik!?" diyerek bana sert çıkıştı. Kendimi bozmadan "Üslubunuza dikkat edin, saygısız olurum." dedim. "Emre sana ulaşmaya çalışıyoruz. Ankara'dan bulunduğu şehire özel bir ekip gelecek. Yurtdışından temsilciler bize ulaşıp konu hakkında bilgilendirme talep ediyorlar. Tarifinin hayvanlar üzerindeki etkisi hırçınlaşmaya sebep oluyor ve artık yaralanan insanlar var." dedi. "Ne yapacağız?" diye sordum. "An itibariyle tüm faaliyetler durduruldu. Hakkında ve ülkemiz adına uluslararası davalar açılabilir. Seni acil koduyla toplantıya çağırıyoruz. Hemen sana mail atacağım adrese gelmelisin." dedi. "Peki geleceğim." diyerek cevap verdim ve kapadım.
Birkaç dakika sonra Milli Savunma Bakanlığı'ndan mail bildirimi geldi. Hemen hazırlandım ve dışarıya çıktım. Beni karşılayan manzara, normale kıyasla 5 kat daha fazla basın mensubu olmasıydı. Birbirine giren mikrofonlarla sorular ve patlayan flaşlar arasında hızla arabaya binip, şoföre gideceğimiz yeri söyledim. İlerlemeye başlamışken telefonumu çıkardım. Telefonum yalnızca belirli kişilerden gelen aramalara açık durumdaydı. Beni arayanları kontrol ettiğimde, Fikret'in beni bir kez aradığını gördüm. Onu geri aradım fakat cevap vermedi. Yol üzerindeydi, önce ona uğramaya karar verdim ve şoförü bilgilendirdim. Telefondan haberleri kontrol etmek istedim ve ilk girdiğim haber sitesindeki manşette "Son dakika, ölümsüzlük iksiri can aldı." yazısını gördüm. İşte o anda etrafım bulanıklaşmaya başlamıştı. Habere konu olan fotoğrafın kenarında, 2'si ağır 109 kişi yaralı yazısını bir saniyeliğine gördüm ve gözlerimi, kararırken, sımsıkı kapattım. Gerçek olamaz bu dedim kendi kendime. Sonra ön koltukta oturan korumam dürttü beni ve "Efendim, iyi misiniz?" dedi. "İyiyim." dedim yalancıktan. Telefona geri döndüm ve WhatsApp'tan bir bildirim düştü önüme. Labaratuvarın güvenlik biriminden sorumlu kişi altına "Ne yapalım efendim?" notu düştüğü bir video atmıştı. Ameliyathaneyi gösteren kameraların çektiği o görüntüyü izlemeye başladım. İnanamıyordum! Deneklerin ikisi de ayaklanmıştı. Şaşkın gözlerle etraflarına bakmışlar ve sonra hayata geri döndüklerini anlayıp birbirlerine sarılmışlardı. Yaşananları iyiye yormaya çalışarak beynimi kandırmaya çalışıyordum. Ölümsüzlük iksirini keşfettiğimden, haberlere konu olan hayatını kaybeden o kişiyi geri getireceğimi biliyordum. Sevinçliydim, başarısız değildim. Yaralananları da iyileştirebilirdim. Bu hayale inandırmıştım kendimi, ta ki çok geçmeden kıyameti koparttığımı anlayana kadar...